Kırılma 2.0 - Ali Günertem Türkiye-ABD İlişkilerinde Son Gelişmeleri Yazdı

Star InactiveStar InactiveStar InactiveStar InactiveStar Inactive
 
Ali Günertem, Washington, DC - Son dakika da karar verilmiş gibi görülse de Başbakan Erdoğan’ın Washington’a gelmesi Türkiye ABD ilişkileri için iyi oldu. Hiç olmazsa zor bir şekilde devam eden ilişkilerin daha da kötüleşmesini engelledi.
İki ülke arasında başta İran ve Ermenistan’la yakınlaşma sürecinin nasıl ilerleyeceği konuları olmak üzere görüş ayrılıkları olduğu artık su yüzüne çıkmış durumda. Eskiden Türkiye ve ABD bir çok konuda aynı çizgideyken son sekiz senedir AK Parti iktidarı ile yönetilen Türkiye yaklaşımlarında ortak zeminde buluşmakta giderek zorlanır hale gelmiş görünüyor. Bu ziyaretle yeni bir ayar girişiminde bulunulduğu ortada. Bu ince ayarlar geçen hafta Washington’da yapılan Nükleer Silahlardan Arınma Zirvesinde farklılıklarını gösterdi. Nükleer zirve aslında ABD’nin İran için BM Güvenlik Konseyi’nde geçirmek istediği yaptırımlar karar tasarısının ön yoklamasıydı. Haziran ayında güvenlik konseyinden çıkacak oyu büyük bir ölçüde belirleyen bu toplantılar aynı zamanda Türkiye – Ermenistan ilişkilerininde masaya yatırılmasına zemin hazırladı.

Bu yüzden Başbakan Erdoğan Washington’a gelmeseydi olayları pencere dışından izleyecekti. Gelerek ve hatta zirve sırasında son dakikada ayarlanan bir toplantıyla Başkan Obama ile birebir görüşmesi Türkiye’nin önemini bir kez daha gündeme getirdi. Zirveye 48 Devlet ve Hükümet başkanının katıldığı dikkate alınırsa – ki İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana ABD Başkanı’nın davetiyle bir araya gelen en yüksek katılımlı zirvedir. Bu görüşmenin ayarlanması Büyükelçiliğin başarısı ve ülkemizin öneminin bir göstergesidir. Ayrıca Dış İşleri Bakanı Davutoğlu’nun gündemde yokken ABD Dışişleri Bakanı Clinton ile iki günde ikinci bir görüşme daha yapması İran ve Ermenistan sürecinde görüşmelerin derinleştiğini gösteriyor.

Türkiye’nin bu toplantılardan somut olarak çok büyük bir kazanç elde ettiğini söylemek güç. Ermenistan ilişkilerinde beklenen büyük bir açılım bu zirveden çıkmadı. Ancak görüldüğü kadarıyla iki ülke de bir sonuca varabilmek için biraz kendilerinden birşeyler verilmesinin gerektiğinin farkında. Yapılması gerekenler yıllar önce masaya yatırılmış sadece iki ülke toplumunun duygusal gelişimini bekliyor. Bu konuda duygusal zorluklar aşılmadan tam bir sonuç beklemiyorum. İki ülke liderinin hiç bir sonuç çıkmasa da bir araya gelebilmesi yinede bir ileri adim. Olay Karabağ sorununda düğümlenmiş gibi gözükse de Erdoğan-Sarkisyan görüşmesine ilaveten Davutoğlu-Nalbantyan görüşmesinin yapılması sürecin inişli çıkışlı devam edeceğinin göstergesidir. İki taraf da artık bu süreçten mevcut angajmandan sonra kolay kolay kopamayacaktır. Uzun vadede bu sürecin devamının özelde bize daha büyük faydası olduğuna inanıyorum. Bu ortamda  önümüzdeki 24 Nisan 2010’da Washington’dan beklenmedik bir kelimenin kullanılmasınını da beklemiyorum.

Türkiye’nin geçici 10 üyesinden birisi olduğu Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin İran ile ilgili yapacağı oylama ise Türk-Amerikan ilişkilerinde çok önemli kritik bir rol oynayacak. Bu konseyde 15 üye bulunuyor. Malum bunların beşi daimi üye. Türkiye bu prestiji büyük konsey üyeliği için çok uğraşmıştı, ilk vereceği oylardan birinin böyle önemli bir konuda olması biraz da şanssızlık olsa gerek.

İran konusunda ABD geçen haftaki toplantılarda gereken 10 oyu cebine koydu. Yani Türkiye’nin oyuna ihtiyacı yok. Türkiye’nin oyunun sembolik bir önemi var. Bu oy Türkiyenin nerede durduğunu gösterecek? Avrupa Birliği süreci ile Batı’da mı devam ediyor, yoksa geçen yıllarda Orta Doğu’da arttırdığı yüksek profil ile Doğu’ya mı yöneliyor. Herkesin merak ettiği bu! BMGK’deki oylamada Türkiyenin şu an tahmin edilen hareketi çekimser oy vermektir. Burada en kötü oy çekimser oy olacaktır. Zira, oy vermemek ile hayır oyu arasında Washington için fazla bir fark yoktur.

Türkiye’nin bu oylamayı iyi okumayarak hayır oyu vermesi yaptırımlar konusunda Çin’in de son anda katılması ile ortak anlayışa ters bir durum teşkil edecektir. İranlıların da bunu anlamamalarına da imkan yoktur. Nasıl olsa bu yaptırımlar işe yaramayacağına göre Türkiye’nin bunlara evet demesi bir sorun teşkil etmemelidir.

Davutoğlu CFR’da yaptığı konuşmada bu yaptırımlar konusunda kimsenin Ankara’ya bilgi vermediğini söyledi ve içinde ne olacağına bakarız dedi. Bu doğru bir yaklaşım olsa da pek bir anlamı yok. Zira ne olursa olsun bu konuda Türkiye 14 üyeye karşı kalırsa Batı’dan kopmuyoruz söylemi artık havada kalacaktır. İşte o zaman Batılıların da bu Türkler fazla oluyor anlayışına yönelmeleri kimseyi şaşırtmamalıdır.

Davutoğlu’nun yaptırımların içeriğini bilme hakkımız olduğunu vurgulayan bu yaklaşımı Washington’da normal karşılanmış ve Ankara’ya bir süre daha nefes alma şansı vermiştir. Ancak, 1 Mart 2003’de TBMM Irak Tezkeresi oylaması ile başlayan “Kırılma 1.0” BMGK oylamasında Türkiye’nin hayır demesi halinde “2.0” versiyonuna geçerek daha da hızlanacaktır. Bu kırılmaların gelecek 24 Nisanlarda olabilecek ve belkide kalıcı tesir bırakması kesin “Kırılma 3.0”a yol açmasını beklemek de hayalcilik olmayacaktır.


Facebook

Youtube