Türk İnsanının Düşünme Sistematiği ve ''İyi de, Tamam da'' Sanatı

Star InactiveStar InactiveStar InactiveStar InactiveStar Inactive
 


Türk insanının düşünme sistematiği üzerine yazılmış ciddi bir çalışmayı okumayı çok isterdim. Bir Türk'ü, bir Amerikalı, bir Alman, bir İngilizle kıyaslayıp aynı olaya hangi açıdan yaklaştığını tespit etmeye çalışmak ilginç olurdu. Böyle bir araştırmaya rastlamadım ama kendi gözlemlerimi paylaşmak istiyorum.

Türk insanının tartışma genetiğinde 'doğruya doğru', 'yanlışa yanlış' demenin farklı metodları var. Alınan siyasi bir karar, yapılan bir icraat, ortaya konan bir eylem her ne olursa olsun, eğer kendi düşünce yapısına veya siyasi duruşuna uymuyorsa, mutlaka yapılanın karşısına tarihten bir örnek vererek çıkma sanatı. Buna ''iyi de, tamam da'' sanatı diyorum.

Yapılana 'doğru, haklısın' demek o kadar ağrımıza giden iki kelime ki, onları sarf etmemek için Hz. Adem'e kadar gidip farklı örneklerle kendimizi savunabilir, Orta Çağ'ın derin karanlıklarından bulduğumuz benzetmelerle kendimizi rahatlatabilecek argümanlar geliştirebiliriz.

Zaman zaman benim de içine düştüğüm bu durumu izah edebilecek iki gerekçe aklıma geliyor. Biri yetiştiğimiz Doğu kültürünün vazgeçilmez hastalığı 'kendi gibi düşünmeyen birinin haklı olduğunu görmeye tahammül edememe' duygusu, diğeri de 'bizim gibi düşünmese bile karşıdakine saygı gösterme zorunluluğunun' zamanında öğretilmemiş olması. Eğitim eksikliği.

Tarihten günümüze örneklerle gelelim. Toplumun geneli 1960 darbesi sonrasında asılan Başbakan Adnan Menderes'in idamına ''Bu yapılanın savunulacak yanı yoktur ve haksızlıktır, zülümdür. Nokta,'' diyebilir mi? Hayır. İdamlar nasıl savunulur: ''İyi de, o da başına buyruk davranmış, diktatörlüğe kaçan davranışlar baş göstermeye başlamıştı,'' Sanki bu tip eğilimler sürekli idamla cezalandırılıyor?

1972'de idam edilen Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının idamına ''Gençlere bu yapılan reva mıydı?'' diyemeyenler neyi savunur: ''Adnan Menderes'i asarken iyiydi ama değil mi?''

Türkiye'de sayıları bir avuç kalmış Ermeni cemaatinin güçlü kalemlerinden Hrant Dink, çalıştığı gazetenin önünde hunharca katledildi. Tek işi yazmak olan bir insan suçsuz yere öldürüldü. Hrant Dink'in öldürülmesini haklı çıkarmaya çalışanların savunduğu argüman neydi: Dink'in 'Türk kanı kirli' dediği iddiası. Dedi mi, demedi mi tartışması sürdü bir süre. Sanki demiş olsa cezası ölüm! Sonra iş nereye geldi? Dink'in öldürülmesini protesto edenlere, 'Şehit cenazelerinde nerdeydiniz?' sorusuna. Öldürülen insan tamamen unutuldu, kim kimin cenazesinde boy gösterdi onun çizelgesine geçildi. Sırf 'bu cinayet yanlış' diyemedikleri için binlerce kişi arşivden Dink'in sözlerini cımbızla seçmekle uğraştı, daha önce hiç okumadıkları başyazarlığını yaptığı gazetenin sayfaları arasında dolaştı.        

Günümüze dönelim. Gezi Parkı'nda biri polis dört vatandaşımız hayatını kaybetti. Ölenler üzerinden tartışma bitmedi. 19 yaşında Eskişehir'de başına ve vücuduna aldığı darbelerle öldürülen Ali İhsan Korkmaz, hayatının baharında bir gençti. Ölüm, 19 yaşındaki bir çocuğa ne kadar uzak oysa ki. ''Bu çocuğa yapılan zülümdü, haksızlıktı, cinayetti'' diyebiliyor muyuz? 'Hayır'

Nasıl ölümü haklı çıkarmaya çalışıyoruz. ''Polise taş atmasaydı, sokağa geç vakit çıkmasaydı, yabancı güçlerin oyununa gelmeseydi." Bir insan öldü. Buna bile üzüldüğümüzü söylemekten imtina ediyoruz. Sırf karşıdakine koz vermemk adına. 

Son dönemin bir başka tartışma konusu Mısır'a gelelim. Demoktratik yoldan seçimle gelmiş bir hükümet askeri darbe ile devrildi. 6 binden fazla masum insan öldürüldü. Bu sürede 60 kilise kimin tarafından belli olmayan kişilerce yakıldı. Bazıları darbecileri savunmak adına; yanan kiliselere, Mursi'nin çıkarmak istediği yasalara, 6 ayda acayip otokratikleşen tutumlarına kadar indiler. 30 yıl Mübarek ülkeyi demokrasinin en hasıyla yönetmişti oysa ki! Darbeye darbe, katile katil diyemediler.

Mısır'da öldürülenlere acımak için Gezi Parkı'nı şart koştular. Ölen zaten Türk değilse acıma duygusunu bile harekete geçiremeyen bir gurup, Gezi Parkı olayları sırasında insanlık ve hümanizm kokan bayıltıcı sloganlarını arşive kaldırdılar. ''İyi de Mursi'de otoriterleşmeye başlamıştı'' tezinin arkasına saklandılar. Bu yapılan ''zülümdür, haksızlıktır,'' diyemediler. Peki karşı çıkanlar Mısır'a karşı hangi argümanı savundu: ''Gezide ölenlere üzülmediniz, Mısır'da ölenlere mi üzülüyorsunuz''

Türkiye'de herkes kendi ölüsünün, dirisinin, siyasisinin derdinde. Karşı tarafa empati beslemek SIFIR.

Bayramlarda bile birbirine sırtını dönen siyasiler de, kazandığı parayla toplumun refahını geliştirmeyi düşünmeyen işadamı da, fikir namusunu yitirmiş gazeteciler de, omurgasını yitirmiş aydınlar da, kaybettiği maç sonrası kazananı gidip tebrik etmeyen futbolcular da aynı hastalıktan muzdarip. Kendi gibi düşünmeyen, konuşmayan, yazmayan, yaşamayan, giyinmeyen, sevinmeyen, içmeyen, ibadet etmeyene tahammülü yok. Onun içindir ki; neyle karşılaşsak çalının diğer tarafından dolaşıp bin dereden bin su getirmekle meşgulüz. Beyaza beyaz, haklıya haklı, katile katil diyemiyoruz.

Mısır'da ölene de Gezi'de ölene de üzülen insanlığından bir şey kaybedeceğini zannediyor. Mısır'dakine üzülsen, Ali İhsan Korkmaz'ı, Ethem Sarısülük'ü hatırlatıyor. Ali İhsan Korkmaz'a üzülsen ''Ölen polise niye üzülmüyorsun'' sorusu geliyor. Türk insanı her geçen gün vicdanını köreltiyor. Kendi ölüsüne üzülüp karşı mahalleye ıslık çalıyor. Ve sayıları az da olsa vicdan sahipleri, insan olarak kalmanın yükünü omuzlarında taşımaya devam ediyor.  

23 Ağustos Cuma, New York

Twitter'dan takip etmek için @cmlzyrt

Facebook

Youtube